![]() |
Gustav Klimt - Umut |
"Bugün bizi biz
yapanlar, rahimde ve yaşamımızın ilk üç senesinde olanlardır" -Gurmukh
Sevdiğim bir arkadaşıma hamileliğimin nasıl başladığını anlattığımda bana “Bu da senin yogan işte!” demişti. Öyle harika bir tespitti ki bu, o andan itibaren hamileliğe ve sonrasında anneliğe de hep bu gözle bakmaya başladım. Peki bu ne demek?
Evet, yoga bedeni güçlendirir, esnetir, daha sağlıklı yapar ya da sinir sistemi üzerindeki etkisi nedeniyle stresi azaltır, ama aslında yoganın gerçek hediyesi, günlük hayata yaptığı etkilerde saklı. Size zor gelen ve kaçma isteği duyduğunuz bir deneyimin ortasında "Biraz daha kal bakalım bu anın içinde" dediğinizde ya da zihniniz sakız çiğner gibi aynı düşünceleri binlerce defa tekrar ederken bedeniniz yay gibi gerildiğinde, "Bırak, bırak kendini" dediğinizde yoga yapıyor oluyorsunuz aslında. Yoganın bir insanın günlük hayatına getirdiği en sihirli dokunuş, hayatla ve başınıza gelenlerle sürekli kavga etmek yerine, onlarla birlikte akmayı öğretmesi bence. O zaman anlıyorsunuz ki yaşadığınız hayat, aslında sizin onu nasıl yaşadığınıza göre şekil değiştiriyor.
Hamilelik gökten koca bir sürpriz olarak hayatıma düştüğünde, karanlık ve mutsuz bir hayata sürüklenmekten çok korkmuştum. Ya anneliği sevmezsem, ya çocuğuma öfke duyarsam? İçinde bulunduğum şartlarda postnatal depresyon bana o kadar yakın gelmişti ki, soluğu psikolog kuzenimin yanında almıştım. O da bana “Postnatal depresyon piyango gibi bir şey, sana çıkıp çıkmayacağını asla düşünerek bulamazsın” demişti. Gerçekten de 9 ayı karnındaki bebeğini okşayarak mutlu bir masal kahramanı gibi geçiren ama doğumdan hemen sonra depresyona giren ya da bebeğini hızla bir bakıcının kollarına atıverip iş hayatına koşa koşa dönen kadınlar vardı. Ama hamileliğinin orta yerinde hayatındaki erkek tarafından hiç uğruna terk edilen ya da doğurmaya birkaç hafta kala bir yakının ölümüyle yüzleşmek zorunda kalan ve buna rağmen doğumdan sonra bebeğine yaşadığı üzüntü yerine sadece sevgisini verebilen kadınlar da vardı. O zaman anladım ki insan entelektüel olarak anne olamıyor. Sanki içeride gizli bir kod var ve o ancak doğumdan sonra gün yüzüne çıkıyor.
Hamilelik, dünya üzerinde insanoğlu var olduğundan beri
milyarlarca kadının yaşadığı bir deneyim olsa da, hatta bu gözle bakıldığında
neredeyse sıradan bir şey gibi görünse
de, bence bir insanın düşüncelerinde, kalbinde ve bedeninde bir bebeğin
büyümesi için yer açabilmesi pek kolay bir iş değil.
Zaten sağlıklı beslenen ve bedenine iyi bakan birisi
olarak çok şanslıydım. "Eyvah artık bebeğim için sağlıklı yemem içmem
lazım" gibi endişelerim hiç olmadı. Bu konuda büyük çaba gösterip yıllardır içtiği sigarayı bir çırpıda bırakıveren, yiyip içtiklerine daha önce belki de hiç bilmediği bir özeni göstermeye başlayan hamilelerin iradelerine hayranlık duydum. Ama bu konuda zorlanan, "En çok kola
aşeriyorum", "Günde 5 sigaraya izin verdi doktorum" gibi laflar eden
hamilelerin de aslında anneliğe ruhsal olarak henüz geçiş yapamadıklarını,
belki de hiç yapamayacaklarını düşündüm. Çünkü aslında her şey birbirine
bağlıydı. Kalbinde ve zihninde bebeğine yer açmaya başladığında onu sağlıksız
ve negatif olan her şeyden sakınma ve koruma hali içsel olarak çıkıyordu.
Eminim herkesin farklı bir cevabı olacaktır ama bana
sorarsanız hamilelik sonunun nereye varacağını bilmediğiniz, bazı anlarda bir
an önce bitmesini dilediğiniz uzun bir tünel gibi. Ama bu tünelin içinde ilerlerken
asıl zorluk, sadece geleceğe değil geçmişe doğru da yol aldığınızı fark ettiğinizde
ortaya çıkıyor. Kendi doğumunuz, anne karnında geçirdiğiniz günler,
bebekliğiniz, anne ve babanızla ilişkileriniz... En gizli noktalarınıza dair
anılar, hikayeler olur olmadık yerlerde gün yüzüne çıkmaya başlıyor. O zaman
anlıyorsunuz ki her hamilelik ve her hamile kadın kendi hikayesini de içinde taşıyor.
Maalesef hayat bizlere her zaman sevdiğimiz ve barışık olduğumuz hikayeler
sunmasa da, yeni bir insan tam da bu hikayelerin içine doğuyor.
İçimdeki ilk annelik hisleri, bebeğimi hem kendi
zihnimdeki hem de çevremdeki negatifliklerden koruma içgüdüsüyle oluştu. Artık kendi
hikayeme yoğunlaşma değil, yeni bir hayat hikayesine eşlik etme, hatta onun
başrollerinden birinde oynama zamanıydı. İnsan bu sorumluluğu ne kadar çok
alırsa, o kadar derin bir dönüşüm geçiriyor. Kendi merkezinizden ne kadar çok çıkarsanız,
başka bir insanı da o kadar alıyorsunuz düşüncelerinize ve
kalbinize. Eh, bu ego eğitimi değilse nedir? Osho bu süreci çok güzel
anlatıyor: "Anne gerçekten çok büyük bir öneme sahiptir, çünkü çocuk dokuz
ay süresince annenin ikliminde yaşayacak, annenin zihnini özümseyecektir. O
yüzden negatif olma. Bu fedakarlık çocuk için yapılmak zorundadır. Bu
fedakarlık anne olmanın bir parçasıdır. Arada zor da gelse negatif olma,
olumsuzluklardan uzak dur. Öfkeden, kıskançlıktan, kavgadan uzak dur. Bunların
bedelini ödeyemezsin, çünkü yeni bir varlık yaratıyorsun"
Çok şükür ki hamileliğin doğasının muhteşem bir düzeni
var. Salgıladığımız tüm hormonlar, yaşadığımız tüm değişimler bizi adım adım
anneliğe hazırlıyor aslında. Yapmamız gereken tek şey, bedenimizin ve ruhumuzun
bilgeliğine teslim olmak.
Demet Hanım, merhabalar, Blogumdaki yorumunuza cevap yazdım ama sanırım görmediniz. Çok memnun oldum sizinle tanıştığıma, keşke sizinle de röportaj yapsak. Eğer kabul ederseniz hemen röportaj dosyamı gönderebilirim. (Selam verip borçlu çıkmak böyle oluyor sanırım:) Eğer kabul ederseniz, röportajınızı önce blogumda yayınlayacağım ve ayrıca tez ödevim için de görüşlerinizden yararlanacağım.(Tabii ki röportajınızı referans göstererek, yayınlamamın bir sebebi de bu) Güzel haberlerinizi bekliyorum:)
YanıtlaSilBen de memnun oldum:) Sorularınızı gönderin lütfen, zevkle cevaplarım...
YanıtlaSil