2 Mayıs 2013 Perşembe

Bir ego eğitimi olarak annelik - 1



Fotoğraf: Goncagül Sunar


“Amor Fati – Love Your Faith – Kaderini Sev” - Nietszche

Hamile olduğumu öğrendiğimde oğlum tam 16 haftalıktı. Bilmeyenler için söyleyeyim; 16 haftalık bir bebek artık elleri, ayakları ve yüzü tamamen oluşmuş minyatür bir insandır. 16 haftalık bir hamilelik, dünyanın hemen her ülkesinde geri dönüşü olmayan bir durum olarak kabul edilir. Ve 16 haftalık bir hamilelik, yaklaşık 40 hafta ömür biçilen toplam hamilelik süresinin neredeyse yarısıdır. Bilmem anlatabildim mi?

"Sanırım hamileyim" varsayımlarıyla gittiğim doktor muayenehanesindeki ultrason ekranından içimdeki minyatür insana bakarken, nadir görülen hamilelik vakaları istatistiklerine eklenmiştim bile. Tam 16 hafta boyunca hiçbir hamilelik belirtisi yaşamamıştım. Ne baş dönmesi, ne bulantı, ne halsizlik, ne de adetten kesilme... Aksine kendimi gayet enerjik ve canlı hissediyordum. Hiç kilo almadan aynı beden pantolonumla ortalıkta dolaşıyordum. Benim gibi 38 yaşında hamile kalan ve doktorları tarafından özellikle ilk üç ay kesinlikle yavaşlamaları tembihlenen hemcinslerimin aksine sürekli hareket halindeydim. Bir taraftan yoga dersi verirken, diğer taraftan freelance gazetecilik yapıyordum. Elimde laptop röportajdan röportaja koştururken, dergide geç saatlere kadar kalıp çalışıyordum. Yoga yapıyor, tenis oynuyor, yüzüyor ve motosiklete biniyordum. Bir keresinde düştüğümü, üstelik karnımın üzerine düştüğümü hatırladım sonradan.

Meğer bir ruh bu dünyaya gelmeyi arzuluyorsa, ne olursa olsun geliyormuş. “Çocuk sadece eğer yaşama arzusu varsa kendine hayat verir” diyor Fransız psikanalist Françoise Dolto. “Yaşam ve arzu tek ve aynı şeydir. Yani çocuk kendi hayatının merkezindedir. Gebelik üç isteğin bileşkesidir. Durumları ne olursa olsun bir kadının ve bir erkeğin isteği ve çocuğun doğma arzusu.” Dolto’ya göre benim gibi sürpriz hamilelik yaşayan anneler aslında bilinçaltlarından gelen bir arzuyla çocuklarını istiyor. “Aksi takdirde cenin ölür veya anne düşük yapar” diye açıklıyor bu durumu Dolto. 

Hamile olduğumu, üstelik tam 16 haftalık hamile olduğumu öğrendiğim günü neredeyse akşama kadar tuvaletin başında kusarak ve ağlayarak geçirdim. Büyük bir şok yaşıyordum. Eşim de benden farklı bir durumda değildi. Sanki evin içine bir bomba düşmüştü de ben bir yana o bir yana savrulmuş, ağır yaralı bir şekilde öylece duruyorduk. İkimizde maddi manevi kendimizi hazır hissetmiyorduk anne baba olmaya. Hiçbir hazırlığımız, öngörümüz, bilgimiz yoktu. Çocuk sahibi olmaktan çok uzak hissediyorduk.  

Sonraki günler hiç kolay geçmedi. Şok duygusu biraz azalınca, bu sefer devasa bir korku geldi oturdu kalbimize. Özellikle geceler pek kolay geçmiyordu ikimiz için de. Tam bir hafta yaşadıklarımızı sindirmeye çalıştık. Çok konuştuk, çok ağladık. Aklımız hala “Acaba başka bir yol var mı?” arayışı içindeydi. Bir haftanın sonunda bütün cesaretimizi toplayıp tekrar doktora gittik. Ve bir kez daha ultrason ekranının karşısına geçtik. Doktor tam karnımdaki bebeği bize göstereceği sırada mucizevi bir şey oldu. 16 haftalık o küçük insan bir anda kafasını çevirip ekrandan bize baktı. Hatta sanki hepimize tek tek baktı. "İşte o benim" der gibiydi, "günlerdir yatıp kalkıp düşündüğünüz, korktuğunuz, uğruna gözyaşı döktüğünüz, üzerinde saatlerce konuştuğunuz kişi benim".

Ve o bakış bana değdiğinde sanki bütün buzlar eridi. Geçmiş, gelecek, her şey ama her şey yok oldu. Sanki bana ilahi bir el dokundu, bağlarımı çözdü.  Sonunda kendimi bıraktım, teslim oldum, hayatın bana getirdiği bu büyük değişikliğe kucak açtım. Benliğim uçtu gitti. Korku, endişe, üzüntü, hepsi buharlaştı yok oldu. Ben o gün, o muayenehanedeki ultrason ekranının önünde yaşamın ve doğumun gizeminin içinden geçtim. 16 haftalık küçücük oğlum kalbimi bilinmeyene doğru korkusuzca açmamı sağlamıştı. O ana kadar kabus gibi görünen her şey bir hediyeye dönüştü. O gün, hayatı kontrol edemediğim düşüncesiyle sonsuza dek barıştım. Bu benim annelikten aldığım ilk büyük dersti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder