17 Nisan 2013 Çarşamba

'Problemli çocuk' mu yoksa 'problem eden anne' mi?


Fotoğraf: Goncagül Sunar



"En iyi şartlarda bile çocuk, varolan bir gerçeklik olarak değil, geliştirilmesi gereken potansiyel olarak görülüyor" - Françoise Dolto

Çoğu anne çocuğunun yemek, uyku, tuvalet ya da davranış problemleri yaşadığından şikayet ediyor. Herhalde o kadar çok problemli çocuk var ki, tüm bu konularla ilgili çok sayıda kitap ve yayın var. Hepsi de belirli bir problemi 'çözmeyi', 'üstesinden gelmeyi' ve 'halletmeyi' vaadediyor. Yeni anne olduğum dönemlerde bu tür anneleri dinler, "Ah acaba ben neler yaşayacağım?" diye hayıflanırdım. Sonra zamanla anlamaya başladım ki, aslında ortada bu kadar çok problemli çocuk yok. Aksine, çocuğunu bir birey olarak kabul edemeyen, onun varoluşuna saygı gösteremeyen hatta bundan da öte onu mükemmel işlemesi gereken bir makine olarak gören anneler var.  

Fransız psikanalist Françoise Dolto bu bakış açısını çok güzel anlatıyor: "Çocuk işleyebilmesi için titizlikle bakılması gereken biyolojik bir makine olarak görülür. Korkuların kaynağı çocuğun zayıflığıdır. Beslenmesi, uyku saatleri, tuvalet seansları düzenli olan, böylece sürekli geliştirildiğine inanılan bu tüp çocuk, çıkarttığı seslerin makine gürültüsü olarak algılandığı işlevsel bir alettir. Çalışmayan bir şeyi nasıl onarmalı? Bu küçük harika şey, istidadı ve kaderi ebeveynlerini hoşnut etmek olan bir nesne, oyuncak bir bebektir."


Çocukların uykuyla ve beslenmeyle ilişkisi yetişkinlere benzemiyor, bu yüzden onları kendimize benzetmeye çalışmak hem çok bencilce, hem de onlara zarar veriyor. Buradaki anahtar, bize benzemeyen düzenleri ve rutinleri problemli gibi algılamamak ve çocuğun kendi temposuyla ilerlemesine izin vermek. Ayrıca problem çözmek adına çocuğumuza taktikler, stratejiler uygularken şu soruyu da kendimize sık sık sormamız gerekiyor: "Benim çocuğuma yaptığımı biri bana yapsa, ona karşı neler hissederdim?" Çocuklar, biz yetişkinlere benzemelerse de dinlenecek kadar uyumayı, kendilerini gün boyu enerjik tutacak kadar yemek yemeyi bilirler. Tuvalet yapmayı da eninde sonunda öğrenirler. Acele etmemek, sakin ve sabırlı olmak lazım.


Bir insana 'problemli' teşhisi koyulmasının ya da bazı davranışların 'problem' olarak görülmesinin de çok kolay olmaması gerektiğini düşünüyorum. Hele hele söz konusu bir çocuk olduğunda bu konuda çok daha dikkatli olunmalı. Çocukluğunu unutan biz yetişkinler için çocukların davranışları, sürekli müdahale gerektiren ve düzeltilmesi gereken yanlışlar olarak görülüyor. "Çocuktan hep sakınılır. Enerjisini dışa vurumu kötüdür, rahatsız edici ve zamansızdır. Çocuk yaramaz, bir tiran, bir kırıp dökendir, asla yeteri kadar uslu değildir" diyen Dolto şöyle devam ediyor: "En iyi şartlarda bile çocuk varolan bir gerçeklik olarak değil, geliştirilmesi gereken potansiyel olarak görülüyor."

Françoise Dolto'nun bu sözü beni o kadar derinden etkiledi ki, çocukluğumun üzerinden yıllar geçtikten sonra yoga yapmaya başladığımda "Yoga insanın kendini geliştirmesiyle değil, kendini kabul etmesiyle ilgilidir" sözünün özünü anladığımda nasıl hıçkırıklara boğulduğum aklıma geldi. Herkes gibi şartlanmalarla büyütülmüş birisi olarak, sürekli doğama müdahale edilmiş, hep daha iyiye, daha ileriye doğru gelişmeye şartlanmıştım. Ama bir türlü olmuyordu. Olmadıkça daha da kötü hissediyordum. Kendim olmak niye bu kadar kötü hissettiriyordu ki? Neyse ki sonunda yogayla tanıştım ve anladım ki hayattaki en derin mutluluk ve rahatlama, insanın kendini olduğu gibi kabul etmesinde yatıyor.

Bir insanın kendini tanıma ve olduğu gibi kabul etme özelliğinin oluşmasının, ta bebekliğine, uyku ve beslenme saatlerini ve miktarını kendi istediği gibi düzenleme özgürlüğüne sahip olup olamadığı sorusuna kadar geri gittiğini düşünüyorum. Bu yüzden 2 yaşındaki oğluma bakarken, onu her gün ve her an, yeniden ve yeniden olduğu gibi kabul etmeye çalışıyorum. Kendisini tehlikeye atmadığı, çok sağlıksız yiyeceklere bulaşmadığı ve çevresine aşırı rahatsızlık vermediği sürece doğasına dokunmamaya, kendi ritmine müdahale etmemeye, kendisiyle ve dünyayla ilişkisine karışmamaya çalışıyorum. Şartlanmalara ve müdahalelere alışmış bir insan olarak çok zorlansam da, bir anne olarak en önemli sorumluluklarımdan birinin bu olduğuna gönülden inanıyorum. 



2 Nisan 2013 Salı

Çocuğunuzun bedenini sabote etmeyin!

Fotoğraf: Goncagül Sunar 


Kalabalık çocuk parkları benim için hep bir stres kaynağı. Bunda çok hareketli, çok koşan, farklı şeyler denemeyi seven, gözü kara bir oğlum olmasının da payı büyük sanırım. Ama bu durumla baş etme çalışmalarımın kişisel hikayesi ayrı bir yazı konusu olsun. Ben bu kez diğer bir stres kaynağından, 2 yaş civarı çocukların motor becerilerini, bedenlerini, zihinlerini ve temelinde ruhlarını sabote eden aşırı müdahaleci yetişkinlerden bahsedeceğim.

Parklar, şehirde yaşayan çocuklar için çok değerli. Çocukların, araba tehlikesinden uzak, bedensel enerjilerini açık havada özgürce boşaltabildikleri, motor becerilerini geliştirdikleri ve yeni beceriler keşfetme şansı buldukları yegane alanlar. Ayrıca parklar çocuklara kısıtlı da olsa doğayla ilişki kurma imkanı veriyor. Peki, bu hisleri çoktan unutmuş, bedeniyle ilişkisini kaybetmiş, doğadan, topraktan, kumdan, taştan, çimenden elini ayağını çekmiş yetişkinler çocukları parka götürürse ne olur? 

Evden tertemiz kıyafetlerle çıkan çocuk, her yerde olduğu gibi parka gittiğinde de üzerindeki pantolonun, montun, ayakkabının ve en önemlisi ellerinin temizliğinden sorumlu olmayı öğrenmelidir. Parkta oynayan çocuk, ne yapıp edip ellerini ve üzerini kirletmemenin yolunu bulmalıdır. Dolayısıyla tozlu, topraklı, kumlu olan her şeyden uzak durmalı, bunların hiçbirini asla ellememelidir. Kum havuzları, parklardan derhal kaldırılmalıdır.

Çocuk asla düşmemelidir. Bir çocuğun düşmemesi için kendisine sürekli “yavaş ol”, “dur orayı elleme”, “sakın yapma”, “basamakları çıkarken önce bir ayağını, sonra diğerini koy”, "oradan tutma, buradan tut” gibi sonsuzca çeşitlendirilebilecek komutlar verilmelidir. Bu komutlar ne kadar sık tekrarlanırsa, çocuk o kadar az düşer, hatta hiç düşmez. Çocuğun aşırı komuttan sonra etrafa artık boş gözlerle bakar hale gelmesi dikkate alınmamalı komut vermeye devam edilmelidir. Yapmakta zorlandığı hareketlere anında müdahale edilmeli ve çocuğa hareket yetişkin tarafından yaptırılmalıdır. Eğer yetişkin tarafından yaptırılamıyorsa, o hareket kesinlikle yapılmamalıdır. Çocuğun hiçbir yeri yaralanmamalı, hatta teninde çizik bile olmamalıdır.

Çocuklar, izlerken bile insanı yoran bu tür aşırı müdahalelere maruz kalıyor. Güvenlik tabii ki önemli ama aşırı kısıtlayıcı ve müdahaleci olmak çocuğun bedeniyle ilişkisini adeta sabote ediyor. Sürekli uyarılan ve komut verilen çocuk, gereğinden fazla temkinli ve kendine güvensiz oluyor. Bu çocuklar zamanla kısacık mesafeleri yürümeyi bile sevmemeye, koşturup oynamak yerine elinde cep telefonuyla oyun oynayarak saatler geçirmeyi tercih eder hale gelmeye başlıyor. Dr.Sears'ın dediğine göre bir çocuk, keşif yoluyla motor becerilerini test ettiği sürece kendine güven duygusunu geliştiriyor. Yani bedensel gelişim aslında zihinsel ve ruhsal gelişimi besliyor.  Ve bir çocuk ne kadar çok hareket eder ve keşfederse, o kadar çok gelişiyor.

İnsanlar yoga yapmaya başlayınca, kimbilir belki de daha çok küçük yaşlarda kaybettikleri beden ve zihin ilişkisini tekrar hatırlama sürecine girer. Yoga hocası bu sürece müdahale eden değil rehberlik eden kişidir. Çünkü dikte edilen tek bir yol yoktur, herkes kendi yogasını yapar. Yoga hocası, saygıyla ve sabırla, bedenleriyle tekrar ilişki kurmaları için öğrencilerini teşvik eder. Bunun için özgür, keşiflere açık ve güvenli bir ortam yaratmaya çalışır.

2 yaş civarındaki çocukların da benzer bir şekilde kendilerini izleyen ve onlara rehberlik eden ebeveynlere ihtiyaç duyduklarını düşünüyorum. Onların kendi bedenleriyle verdikleri uğraşa saygı duyan, keşfetmeleri için alan yaratan, hata yapmalarına izin veren, motive eden, sabırlı, ne aşırı müdahaleci ne de onları tamamen yalnız bırakan...

Çocuğunun yanında olmak, ona müdahale etmemek ama zor durumlarda yardım isterse size kolayca ulaşacabileceğini bilmesini sağlamak bana çok önemli geliyor. Kirli ellerin ve kıyafetlerin yıkanabileceği, yaraların kısa zamanda iyileşebileceği gerçeğini unutmamak ise en önemlisi.

Not: İstanbul'daki az sayıda çocuk parkında yer alan kum havuzları gerçekten birer birer kaldırılıyor maalesef...