![]() |
Çocukların Oyun Sevinci - İbrahim Balaban |
Bir takipçi
Nesin Matematik Köyü’nün Facebook sayfasından soruyor: 6-7 yaş arası çocuklara
hangi matematik kitabını önerirsiniz? Cevap şöyle: "O yaştaki çocukları
matematiğe boğanları Çocuk Esirgeme Kurumu’na şikayet ediyoruz! Çocuklar kitap
okusunlar, oyun oynasınlar, müzikle ilgilensinler..."
Bu
zamanda anne baba olmak çok zor diyoruz ya, aslında çocuk olmak daha zor.
Çünkü çocuklar zamanının çoğunu
kendilerine bir şeyler öğretmek için sürekli başlarına musallat olan yetişkinlerle
geçirmek zorunda. Mesela, muhtemelen zaten kısıtlı zamanlarda gittiği parkta
bindiği salıncakta gönlünce rüzgarın ve sallanmanın tadını çıkaran bir çocuk,
aniden bir yetişkinin (anne, baba, bakıcı vs.) öğretme sevdasıyla bu zevkinden
mahrum kalabiliyor. “Hadi bakalım her seferinde sayıyoruz, biir, ikiii, üüç...”
Ya da boş bir kağıda içinden ne geliyorsa çizen bir çocuğun amaçsızca boyaları
keşfetme zevki, bir yetişkinin müdahalesiyle birdenbire araba nasıl çizilir
dersine dönüşebiliyor. Aynı çocuklar muhtemelen günün diğer saatlerinde de
gittikleri anaokullarında her dakikaları aktiviteye boğularak yine
yetişkinlerin bir şeyler öğretme sevdasına maruz kalabiliyorlar. Bu yüzden ortalık
2-3 yaşında 10’a hatta 20’ye kadar hem Türkçe hem İngilizce, hem ileri hem de geri
geri sayabilen, kendi yaşları için oldukça gereksiz bilgileri ezbere bilen, bilmem
ne kadar arabanın markasını görür görmez söyleyebilen çocuklarla dolmaya
başladı. Zamane çocukları ne kadar da zeki... Öyle mi gerçekten?
Aileler
çocuklarının bu kadar fazla bilgiye sahip olmasından gurur duyuyor olabilir ya
da harika aktivitelerle çocuklarına muhteşem şeyler öğrettiklerini
düşünebilirler ama maalesef uzmanlar pek aynı fikirde değiller. Günümüzde öğretme
odaklı yapılandırılmış oyunların (yetişkin tarafından yönlendirilen, kurallı,
hedefe yönelik) serbest oyunun yerini almasıyla ilgili ciddi endişeler
var. Ufak yaşta bilgiyle doldurulan ve
çok fazla yönlendirilen bu çocuklar, kendi kendilerine ya da diğer çocuklarla
oyun kurmayı, hayal güçlerinin ve yaratıcılıklarının sonsuzluğunda uzun uzun
zaman geçirmeyi, öğrenmenin en temel güdüsü olan merak etmeyi ve deneyerek
keşfetmeyi kaybetmeye başlıyorlar. Ayrıca çocuklar yetişkinler tarafından
yönlendirilerek oyun oynamaya o kadar alışıyor ki, günlük hayatlarında
yapılandırılmış aktivite olmadığı zamanlarda çok çabuk sıkılır hale geliyorlar.
Serbest
oyun deyince neden bahsediyoruz peki? Çocukların kendi merak ve keşif
güdüleriyle başlattıkları ve yarattıkları dünyada, hiçbir müdahale olmaksızın
istedikleri rollere büründükleri, bu rolleri istedikleri gibi değiştirdikleri,
hiçbir kuralın olmadığı, nereye gideceğine ve nasıl bir şekle bürüneceğine
sadece ve sadece çocukların karar verdiği oyunlardan bahsediyoruz. Yani
dışarıdan bakan biz yetişkinlere pek bir şey ifade etmeyen, “Napıyor bu
deliler?” ya da “Çocuk işte” dedirten
türden oyunlardan. Ve biz yetişkinlerin bir zamanlar doya doya oynadığı
oyunlardan. Ayrıca nesillerdir insan gelişiminin doğal ve evrimsel parçası olan
oyunlardan.
Oyun hakkında yapılan sayısız
araştırmanın hiçbiri serbest oyunu sadece hareketli çocukların enerjilerini
boşalttığı anlamsız bir aktivite olarak görmüyor. Çocuklar sanılanın aksine en
çok oyun oynadıkları zaman öğreniyorlar. Çünkü beyni serbest oyun kadar
harekete geçiren başka hiçbir şey yok. Serbest oyunun belirli kuralları takip
etmeyi gerektirmemesi ve yaratıcılığı desteklemesi, beyin gelişimini
yapılandırılmış oyunlara göre daha olumlu etkilemesini sağlıyor. Serbest oyun, sosyal adaptasyon,
stresle baş etme ve problem çözme gibi bilişsel becerilerin oluşmasında da çok
önemli bir rol oynuyor.
2005 yılında Archives
of Pediatrics and Adolescent Medicine dergisinde yayınlanan bir makaleye
göre çocukların serbest oyun oynama süresinin 1981 ve 1997
yılları arasında yüzde 25 oranında azaldığı ortaya çıkmış. Geçen yıllar içinde
bu azalmanın çok daha dramatik oranlara ulaştığını tahmin etmek pek zor değil. Yeteri kadar serbest oyun oynamamanın çocuklar
üzerindeki etkileri henüz tam olarak bilinmiyor. Çünkü serbest oyunun
çocukluğun bir parçası olmaktan çıkması ve giderek çok daha fazla sayıda
çocuğun serbest oyundan mahrum kalması tam da içinde yaşadığımız dönemlere denk
geliyor. Amerikalı Psikiyatrist Stuart
Brown (Ulusal Oyun Enstitüsü’nün kurucusu) uzun yıllardır yaptığı araştırmalar
sonucunda hayal gücüne dayalı serbest
oyundan uzak kalmanın, çocukların
mutlu ve uyumlu yetişkinler
olmalarını engellediği sonucuna ulaştığını açıkladı. Brown ve diğer psikologlar
oyun süresinin kısıtlanmasının
sonucunda kaygılı, mutsuz ve sosyal uyumu düşük yetişkinlerle dolu
bir nesil oluşmasından endişe ediyor.
“Bırakın, Çocuklar Oynasın” kitabının yazarı Albert Vinzens ise çocukların
mümkün olduğu kadar fazla oyun oynamaları gerektiğini, çünkü oyunun, çocukların
kendi yeteneklerine güven duymalarına destek olduğunu söylüyor. Üstelik çocuk,
gelişiminin hangi dönemindeyse, oyun tam da o dönemi destekliyor. Yani oyun
çocuğu kitaptan değil, kendi özünden yola çıkarak geliştiriyor. Bundan daha
muhteşem bir eğitim olabilir mi? Vinzens şöyle devam ediyor: “Çocuğun kendi
ritmini bulması için oyuna ihtiyacı var. Bu yüzden günümüzde pek çok okul ve yuva
eğitim programı için öngörülen, mümkün olan en kısa zamanda çocukların
kafalarına mümkün olan en fazla bilgiyi tıkıştırmak gibi bir amaç aslında
anlamsız ve boşunadır.”
İster çocuklarının iyi okullarda
okuyarak akademik başarılar kazanması beklentisiyle kendini çocuk üzerinden gerçekleştirmek
deyin, ister “çocuğum okusun, iyi iş bulsun” kaygısı deyin önce ebeveynler, sonra
da anaokulları ve okullar serbest oyundan birer birer vazgeçti. Çocukların okul
sonrasındaki serbest zamanları bile sanat, spor ya da ekstra eğitim aktiviteleriyle
doldurulmaya başlandı. Durum o kadar vahim ki serbest oyunun coşkusu ve
büyüsüyle yaratılan çocukluğun o muhteşem krallığının sonu mu geliyor diye
düşünüyor insan. Ve şu basit soruyu sormadan edemiyor: Bu çocuklar ne zaman
oynayacak?
En azından bizimkiler Ege iyileşir iyileşmez oynamayı planlıyorlar :))
YanıtlaSilYazılarını hem pek seviyorum hem de kalbimi sıkıştırıyor Demet.
Ah bir kavuşsalar:-) oyun ve oyunsuzlukla ilgili öyle acayip yazılar okudum ki Eda valla benim de kalbim sıkıştı..
SilÇok güzel bir yazı, kaleminize sağlık. Doğadaki Son Çocuk kitabında da bu durumun yarattığı eksikliklerden fazlasıyla bahsediliyor. Okumadıysanız tavsiye ederim
YanıtlaSilTeşekkürler yorumunuz için:) "Doğadaki Son Çocuğu" okudum evet. Özellikle büyükşehirde çocuk yetiştiren herkesin okuması gereken bir kitap bence. Kitaptan o kadar etkilenmiştim ki Sokak diye bir yazı yazmıştım. Blogda bulabilirisiniz.
YanıtlaSil