8 Kasım 2013 Cuma

Peyzaj değil, doğa istiyoruz!



Göztepe Parkı'ndaki bu güzelim ağaç, daha fazla
peyzaj alanı açmak için 2013 yılında kesilmiştir.



Fotoğraf: Goncagül Sunar


Bugün doğadan kopuk yetişen nesil bir gün büyüdüğünde ve ortada doğayı sahiplenecek kimseler kalmadığında, gerçek çevre felaketi o zaman başlayacak. 

Eğer ormanlara giren iş makinaları, hafriyatla doldurulan denizler, üzerine beton dökülen topraklar içimizi sızlatıyor, öfkemizi kabartıyorsa; ağaçları sarıla sarıla sahipleniyor, sökülen ağaçların yerine yeni fidanlar dikmeden içimiz rahat etmiyorsa, bunda küçük yaşlardan itibaren doğayla kurduğumuz bağın büyük payı var. Sağaltıcı, yatıştırıcı, iyileştirici doğayla aramızdaki bu derin bağın temelleri, özellikle çocukken doğada geçirdiğimiz ve derin tatmin duyduğumuz anlarda atılmaya başlıyor. Çok basit; doğa yaşamı güzelleştirir, tüm duyularımızı uyardığı için varoluşu derinleştirir, kendi benliğimizin dışındaki yaşamı görmemizi ve kucaklamamızı sağlar. Bugün Gezi Parkı'na ve ODTÜ'nün ormanlarına cesurca sahip çıkan gençler, muhtemelen doğayla henüz çocukken bağ kurmuş, doğayı neden korumaları gerektiğini kuru bir bilgi olarak değil kalplerinden hissederek bilen bir nesil. Peki ama onlardan sonra gelecek nesiller de böyle olabilecek mi?

Teknolojinin içine doğan günümüz çocukları, özellikle büyük şehirlerde yaşayanlar, hayvanlarla, ağaçlarla, ayla, güneşle dolu çocuk kitapları ve oyuncaklar eşliğinde büyüseler de günlük hayatlarında giderek artan oranda doğadan yoksun büyümekteler.  Yenilenme adı altında peyzaja boğulan, sırf peyzaja alan yaratmak için ağaçları kesilen, süslene süslene parktan çok çiçek bahçesine dönüştürülen, çimine basılamayan, oturulamayan, bazılarında çocukların top oynamasına bile izin verilmeyen (bkz. Göztepe Parkı), "o yasak, bu yasak" diye görevli mafyası tarafından habire uyarı alınan manikürlü semt parkları çocukların doğa ihtiyaçlarını yeterince karşılamıyor maalesef. Çünkü çocukların doğayla ilişki kurma biçimi bize benzemiyor. Onlar, bizler gibi oturdukları banklardan saatlerce tablo seyreder gibi hayran hayran çiçekleri seyretmiyor ya da harika lalerin, güllerin önünde boy boy fotoğraflar çektirmeye bayılmıyorlar. Koşmak, tırmanmak, yuvarlanmak, saklanmak, izlemek, ellemek, merak edip sorular sormak, kısaca her şeyi bir oyuna çevirmek ve eğlenmek istiyorlar.  “Çocuklar gizlenmeye olanak veren, bitki kümeleriyle ayrılmış, yabanıl, kuşku uyandıran, düzensiz yerlerin sunduğu maceraya ve gizeme değer verirler” diyor Richard Louv. Yani çocuklar duyularıyla, merak duygularıyla ve macera güdüleriyle ilişki kuruyor doğayla. 

Belli bir yaşa kadar doğaya kendi başlarına gidemeyeceklerine göre çocukların doğada daha çok zaman geçirmelerini sağlamak ebeveynlerin en önemli sorumluluklarından biri olmalı bence. Bunu yaparken onların doğayla kurdukları ilişki biçimine saygı göstermeyi de unutmamak gerekiyor.